Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 21 Şubat 2022’de uluslararası kamuoyuna
yaptığı konuşmanın ardından Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali başladı. Başkan
Putin, konuşmasının hemen ardından Ukrayna’nın Donbas bölgesinde bulunan iki
özerk cumhuriyetin (Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Luhansk Halk Cumhuriyeti)
bağımsızlığını tanıdığı belgeyi imzaladı. Daha sonra bağımsızlığı tanınan bu
iki cumhuriyet, Rusya’dan askeri destek talebinde bulundular ve Moskova yönetiminin
bu talebe olumlu yanıt vermesiyle Rusya’nın Ukrayna topraklarına yönelik işgal
süreci fiili olarak başlamış oldu.
Ekim
2021’den bu yana uluslararası siyasetin gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden
Rusya-Ukrayna krizinin kökenini Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılına
kadar götürmek gerekir. Ukrayna, 1991’de Sovyetler Birliği dağılınca
bağımsızlığına kavuşan Sovyet cumhuriyetlerinden biridir. Aynı dönemde Rusya da
ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmakla birlikte, Ukrayna’yı Rus ana karasının
doğal uzantısı şeklinde görmekteydi. Soğuk Savaş’ın sona erdiği ilk on yılda
(1990’lar) Rusya kendi iç problemleriyle meşgul olduğundan, Ukrayna üzerinde
nüfuz mücadelesi yürütememekteydi. Ancak 2000 yılında Vladimir Putin’in iktidara
gelmesiyle Rusya, iç sorunlarını büyük oranda atlatarak Ukrayna üzerinde nüfuz
elde edip bu ülkenin dış politikasına yön verme çabası içerisine girdi. Bu
sebeple Ukrayna halkı ve siyasal elitleri Rusya yanlıları ve Batı yanlıları
diye iki bloka ayrıldı. Böylece ülke, Rusya ve Batılı ülkeler arasında yaşanan
güç mücadelesinin yaşandığı bir sahaya dönüştü, sık sık ya Batı yanlısı ya da
Rusya yanlısı yönetimlerin kurulduğu iç siyasi atmosferde çekişme giderek
şiddetini artırdı.
Rusya’nın
temel amacı, Ukrayna’da kolayca yönlendirebileceği kukla bir rejim inşa ederek,
ABD, NATO ve Avrupa Birliği’nin kendisini çevrelemesini engellemekti. Rusya’nın
Ukrayna üzerindeki emelleri somut bir şekilde 2013’te görülmeye başlandı ve
ülke istikrarsızlığa sürüklendi. Kasım 2013’te Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor
Yanukoviç’nin Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayıp, Rusya ile
yakın ilişkiler kurmaya yönelmesi üzerine ülkede iç karışıklık yaşanmaya
başladı. Başkent Kiev’de başlayan hükümet karşıtı gösteriler, kısa sürede ülke
geneline yayıldı. Aylarca süren protestolar 2014 yılının ilk aylarında da devam
etti. Göstericiler ile polis teşkilatı arasında meydana gelen çatışmalar
nedeniyle ülke iç savaşın eşiğine geldi. Yaşanan iç karışıklık ortamında Cumhurbaşkanı
Yanukoviç, ülkeyi terk edip Rusya’ya gitti. Bunun üzerine Ukrayna parlamentosu
Yavukoviç’i görevden alarak Mayıs 2014’te seçim yapılacağını açıkladı.
Rusya
yanlısı Yanukoviç’in görevden alınması üzerine Rusya’nın dışarıdan örtülü müdahalesiyle
Şubat 2014’ten itibaren Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde karışıklıklar
yaşanmaya başladı. 25 Şubat 2014’te Rusya yanlıları Kırım parlamentosunu
basarak Kırım’ın bağımsızlık kararı almasını istediler. Baskı ve yönlendirmeler
sonucunca Kırım parlamentosu 6 Mart 2014’te Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına dair
referandum kararını aldı. 16 Mart’ta gerçekleştirilen sözde referandumda
Kırım’ın Rusya’ya katılması yönünde karar çıktı. Başkan Putin, 21 Mart’ta
Kırım’ın Rusya’ya ilhakını öngören yasayı imzaladı. Böylece Ukrayna toprak
parçası olan Kırım Yarımadası, uluslararası hukuk açıkça ihlal edilerek ilhak
edildi. ABD ve Avrupalı ülkelerin Rusya’nın hukuk dışı ilhak kararı karşısında kınama
açıklamaları, karardan vazgeçme çağrıları ve yaptırım kararları Moskova’nın
tutum ve davranışları üzerinde bir etki doğurmadı.
Kırım’da
bunlar yaşanırken, Ukrayna-Rusya sınırında bulunan Donbas bölgesinde de karışıklık
ve çatışmalar yaşandı. Nisan 2014’te bu bölgede yer alan Rusya yanlısı silahlı
ayrılıkçı gruplar referandum yapılacağını açıkladılar. Gerçekleştirilen
referandumun ardından 11 Mayıs 2014’te Rusya yanlısı gruplar bu bölgede iki
ayrı cumhuriyet kurduklarını ilan ettiler.
Ukrayna’da
Mayıs 2014’te gerçekleştirilen seçimleri Petro Poroşenko kazandı. Yeni yönetim
ile Rusya arasında sorunun diplomatik çözümüne ilişkin görüşmeler başladı. Rus
destekli ayrılıkçı güçler ile Ukrayna birlikleri arasında çıkan çatışmaları
sonlandırmak amacıyla Rusya, Ukrayna, Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı
(AGİT) ve iki ayrılıkçı bölgenin temsilcileri Eylül 2014'te Belarus'un başkenti
Minsk'te bir araya geldi. Burada taraflar arasında çatışmaların sona ermesini,
silahlı grupların bölgeden çekilmesini, AGİT’in gözlemci olmasını öngören Minsk
Protokolü imzalandı. Daha sonra Şubat 2015’te Minsk’te bir araya gelen Rusya,
Ukrayna, Almanya, Fransa ve Belarus’un devlet başkanları Minsk Mutabakatı’nı
imzaladılar. Bu mutabakatta Ukrayna’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne
vurgu yapılmakta, çatışmaların durdurulması, ağır silahların bölgeden
çıkarılması ve bölgenin yasal statüsünün belirlenmesi üzerinde anlaşıldı. Ne
var ki ne Minsk Protokolü ne de Minsk Mutabakatı, sahada bir karşılık bulamadı.
2019’da
gerçekleştirilen seçimlerde ülkede cumhurbaşkanı seçilen Vladimir Zelenskiy’nin
Avrupa Birliği ve NATO ile yakın işbirliği içine girmesi ve Rusya karşıtı tutum
ve davranış sergilemesi Moskova’da büyük bir rahatsızlık doğurdu. Zelenskiy
yönetiminde Ukrayna’nın NATO’ya üye olma niyet ve çabaları Rusya’nın açık karşı
çıkışıyla karşılaştı. Ukrayna-Rusya gerilimini tırmandıran ve içinden çıkılmaz
krize dönüştüren gelişme ise Rusya’nın 2021 yılı sonbaharında Ukrayna
sınırlarına 100,000’in üzerinde asker, ağır silah, tank, zırhlı araçlar ve hava
savunma sistemleri konuşlandırarak adeta bir işgal hazırlığı içerisine girmesi
oldu. ABD ve Avrupalı büyük güçlerin devreye girmesiyle Ukrayna-Rusya krizi, NATO-Rusya
krizine dönüştü.
Ukrayna’nın muhtemel
işgalinin önüne geçmek amacıyla ABD ve Avrupalı ülkeler Rusya ile diplomatik görüşmeler
yoluyla soruna çözüm bulmaya çaba harcadılar. Bu görüşmelerde Moskova, sınırdan
askeri birlikleri çekmesi karşılığında kendisine güvenlik garantileri verilmesi
talebinde bulundu. Rusya’nın talep ettiği güvenlik garantileri; NATO’nun doğuya
doğru genişlemesini durdurması, Ukrayna’nın NATO’ya üye kabul edilmemesi, Doğu
Avrupa’da bulunan NATO üyesi ülkelerde ABD’nin askeri varlığının azaltılması
şeklindeki taleplerden oluşmaktadır. Ancak ABD ve Avrupalı büyük güçler
(Almanya, Fransa ve İngiltere) Rusya’nın bu taleplerini kabul edilemez bularak
reddettiler. NATO, ABD ve Avrupalı ülkeler muhtelif toplantılarda yaptıkları
açıklamalarda egemen bir devlet olarak Ukrayna’nın NATO’ya üye olup
olmayacağının kararını vermek konusunda bağımsız olduğuna, Rusya’nın buna
karışamayacağına dikkat çektiler. Bununla birlikte Batılı ülkeler, Rusya’nın
Ukrayna’ya yönelik herhangi bir askeri saldırısı durumunda, Rusya’ya askeri
karşılık verilmeyeceği, yalnız ağır yaptırımlar uygulanacağı açıklamaları
yaptılar. Rusya’nın güvenlik garantilerinin karşılanmaması ve Ukrayna’nın
askeri olarak savunulmayacağı yönündeki açıklamalar Rusya’nın elini
güçlendirdi. Gelinen aşamada Rusya’nın Ukrayna’yı işgal planı uygulamaya
konuldu.