BTÜ’de “Türkiye - İran İlişkileri” Konulu Panel
Bursa Teknik Üniversitesi’nde (BTÜ) BTÜ - ORSAM (Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi) ve İRAM (İran Araştırmaları Merkezi) işbirliğinde “Türkiye - İran İlişkileri Ekseninde Ortadoğu’da Güncel Gelişmeler” konulu panel düzenlendi. Panelde Türkiye İran ilişkileri ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler masaya yatırıldı.
Panel açılış konuşmasını yapan Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Gökhan Özkan, “Ülkemiz ve içinde yaşadığımız coğrafya olağanüstü bir dönemden geçmekte. Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler ülkemizi derinden etkilemekte. Bu yüzden bölgede yaşanan gelişmeleri çok iyi analiz etmemiz ve ülkemizin çıkarları doğrultusunda politikalar belirlememiz gerekiyor. Bu noktada ORSAM ve İRAM gibi düşünce kuruluşlarımızın çalışmaları önem arz ediyor. Değerli Hocalarımıza buraya kadar zahmet edip görüşlerini bizimle paylaştıkları için teşekkür ediyoruz.” dedi.
Türkiye - İran ilişkilerinin tarihte çok erken dönemlere dayandığını belirten İRAM Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur, “Türkiye İran ile çok eski dönemlerden bu yana etkileşim halinde. Ve her iki toplum da birbiriyle çok benzer nitelikte. Batılılaşma, sekülerleşme gibi süreçler her iki toplumda eşzamanlı gerçekleşmiştir. Her iki ülke belirli dönemlerde Sovyetler tehdidine maruz kalmış ve buna karşı iki tarafta batı kampında yer almıştır. 1979 İslâm devrimi İran için çok keskin bir kırılma noktası iken bu devrimin en sıcak dönemlerinde dahi Türkiye İran’ı kendine bir tehdit olarak algılamamış ve İran’a karşı kurulan kampta yer almamıştır. İşte Türkiye - İran ilişkilerini açıklayan en iyi ifade istikrardır. Son yıllarda Şii – Sünni mezhep çatışmaları gündeme getirilerek gerginlik oluşturulmaya çalışılıyor fakat bunların tarihi süreçte iki ülkeye de etkilemediğini görüyoruz. Türkiye- İran ilişkileri ne kadar gerginleşirse gerginleşsin birbirlerinden aldıkları doğrudan bir tehdit yok çünkü iki ülke arasında sınır problemi yok. Sınırlar her iki tarafın da kendi iradesiyle çizilen sınırlar. Türkiye, İran ilişkilerinde gerginliğin sebebi tamamen üçüncü ülkelerle alakalı. Buna Suriye krizi de bir örnek. İlişkilerin dibe vurduğu bir noktadayız." diye konuştu. İran’la ilişkilerin Suriye’ye yansımalarına değinen Uygur, “Türkiye artık Suriye’ye askeri olarak girmiş durumda. Suriye’de sahaya girene kadar İran’la aktif bir ilişkimiz yoktu. Türkiye sahada askeri bir güç olarak yer alınca İran yönetiminde bazı değişiklikler oluştu. Basındaki Türkiye karşıtı söylemler devam ederken İran yönetiminin söylemleri yumuşamaya başladı çünkü İran başından beri aslında Suriye krizini kontrol edemeyeceğinin farkındaydı ve Türkiye’nin ciddiyetini gören İran Türkiye ile çatışmak istemiyor.”
1979 İran İslam devrimiyle İran’ın küresel anlamda ilişkilerinde kırılmalar yaşandığını belirten İRAM Dış Politika Koordinatörü BTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi İsmail Sarı, “Obama döneminde yumuşamaya başlayan ilişkiler Trump yönetimiyle yerini sertleşmeye bırakmış durumda. İki tarafın da birbirine karşı düşman paradigmasıyla hareket ettiğini görüyoruz. İran ABD karşıtı duruşuyla rejimi kendi içinde meşrulaştırırken, ABD’nin İran’ı büyük şeytan olarak nitelendirmesi ABD’nin Ortadoğu’daki faaliyetlerini meşrulaştırmasını sağlıyor. İran ABD’nin Ortadoğu manevralarına ket vuracak bir devrim arayışında olduğu için ABD açısından açık bir tehdit, fakat Ortadoğu’da ABD statükosunu engelleyici bir rol oynamaktadır. Arap baharıyla İran yeni fırsat yakalamış ve ABD’nin çıkarlarına karşı yeni nüfuz alanları edinebileceğini düşünmüş, Arap baharı devrimlerini İslami uyanış olarak yorumlamış ve desteklemiştir. Fakat İran’ın tahminlerinin aksine ayaklanmalar bölge devletlerine bir şey kazandırmamış, yine küresel güçler buradan kazançlı çıkmıştır.” İran denince ABD gündeminde nükleer krizin başta geldiğini ifade eden Sarı, “11 Eylül saldırılarının ardından ABD Afganistan’ı işgal ederek Taliban’ı yok etmiş, Irak’ta da Saddam Hüseyin’i ortadan kaldırmıştır. Her ikisi de İran için tehdit olan bu oluşumların ABD eliyle yok edilmesi İran’ın ABD tarafından çevrelendiği endişesini ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda İran nükleer programlarını hızlandırdı. 2015 yılında Ekonomiyi ve diplomasiyi normalleştirme ihtiyacının bir sonucu olarak İran ile P5+1 anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre İran 10 yıl boyunca nükleer geliştirmeyecek, İran’a uygulanan yaptırımlar kaldırılacaktı. Fakat Trump’ın İran’a yönelik belirsizlik mesajları uluslararası yatırımcıları İran’a yatırımlarını engellemiş ve dolayısıyla İran’ın anlaşmayla elde ettiği kazanımlar ortadan kaldırılmış oldu.” diye konuştu.
İran’ın bir sakil bir güvenlik devleti olduğunu ifade eden İRAM İç Politika Koordinatörü Dr. Öğr. Üyesi Serhan Afacan, “Türkiye’nin iki katı yüzölçümünde ve nüfusu Fars, Azeri ve Kürtlerden oluşan etnik çeşitliliğe sahip İran’da 1979 sonrası doğan nüfus tüm yaptırım ve baskılara rağmen çok aktif ve dinamik. Fakat İran toplumsal taleplere cevap vermekte başarısız ve yetersiz çünkü devlet yapılanması buna izin vermemektedir. Bu nedenle İran yönetimi dinamik yapısını yitirmiş sakil bir yönetim halini almıştır.” diye konuştu.
İran ve Suudi Arabistan rekabetinin bölgeye yansımalarından bahseden İRAM İç Politika Uzmanı Dr. Mehmet Koç, “ 1979 İslam devrimiyle iki ülke arasındaki ilişkiler yerini rekabet ve çatışmaya bırakmıştır. Bu yeni durumda, İran’ın Ortadoğu’da devrim ihracı çabalarının Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinde meydana getirdiği tedirginlik başat etken olmuştur. Tarafların birbirlerine karşılıklı tehdit algısı yürütmesi her iki ülkeyi silahlanma ve bölgedeki nüfuzlarını artırma rekabetine itmiştir. Hizbullah’a karşı operasyonun başlamasıyla İran Suudi Arabistan’daki Şii unsurları harekete geçirecek ve bugüne kadar bölgedeki çatışmalarda Şii unsurları yanına alarak ilerleyen İran, bundan sonra Suudi Arabistan ile olası bir çatışmada özellikle ülkede petrol bulunan bölgelerde yaşayan Şii unsurları harekete geçirmeye çalışacaktır. Son 5-6 yılda İran’ın Irak, Suriye ve Yemen’de izlediği politikalar, elindeki kartları sonuna kadar kullanmaktan çekinmediğini kanıtlamıştır. Lübnan’da patlak verecek bir çatışmanın Suudi Arabistan’ın içine sirayet etmesi an meselesi olacaktır. Bu durum ise, İran ve Suudi Arabistan’ı direkt bir çatışmanın eşiğine getirecektir.” diye konuştu.